13 Nisan 2019 Cumartesi

Döngü

Yaşamak nedir? Nasıl yaşanır? Milyonlarca insan yaşama enerjisini nasıl kendinde buluyor? Anlayamıyorum. İnan anlayamıyorum. Sık sık bunları soruyorum kendime.

Nasıl girdim bu ruh haline yine? Bir anda değil elbette ama o kadar birikti ki artık dayanamıyorum. Kimseyle konuşamıyorum. Kendimi anlatsam alacağım bütün cevapları çok iyi biliyorum çünkü.

Kendine bir amaç belirle. Daha çok gez, daha çok insanla etkileşime gir. PAYLAŞ.

Sigara içen birine sigaranın zararlarının anlatılmasından farksız bir diyaloğa dönüşeceğine eminim. Zaten bu ruh halinden nasıl kurtulacağımı biliyorum ama çabalayacak gücü kendimde hissedemiyorum, bulamıyorum. Kendimi olur olmadık şeylere gizli gizli ağlarken yakalıyorum. Yorgun hissediyorum, hissedebildiğim tek şey de bu. Çok korkuyorum. Yaşamayı beceremiyorum. Başarısızlıktan korkuyorum. Eğlenemiyorum. Hiçbir şeyden zevk alamıyorum.

İnsanların bende gördüğünü ben kendimde göremiyorum artık. Ben önceden nasıl yaşayabiliyordum hatırlamıyorum.

Çok umutsuzum. Çok mutsuzum.

Kısır bir döngüye dönüştü. Yıllar yılları kovalıyor, sonra kendimi aynı yerde buluyorum. 25 yaşındayım ve kayda değer yol alabildiğimi düşünmüyorum. Zamanı boşa harcıyorum.

Hayat, içinde akabildiğinde eşsiz bir koku bırakıyor insanın genzinde. O kokuya erişebilmek için herkes kendince savaşmak zorunda. Ama ben o koku etrafımda ışıl ışıl dönerken, o kokuya dokunamadan, zerafetle, sadece parmağımın ucundan akıp gitmesini seyrediyorum.

Çok acı. Çok yazık.




20 Nisan 2017 Perşembe

Bulut gibi

Ölü gibi morardı ellerim içimin boşluğunda. Neden? Yalnızlık korkusu mu yoksa kaybına üzülünecek cinsten bir sevda mı bu iki ömre tekabül eden? Hıncımdan mı aldattım vicdanımı yoksa bir şey kalmamış mıydı ayırt edemiyorum inan ama konuşmaya ihtiyacım var. Kendimle.

En çok aklıma düşen şey ondan geriye ne kalacağı. Hatta hiçbir şey kalmayışı en korkuncu. Tecavüze uğramış bir vücutta ne çiçekler açmıştı oysa onunla sevişirken. Süt beyazı boynumda ve dahi bütün bedenimde dudakları satır satır gezinirken bulutları yırtmıştım çarşaf çarşaf. Ne kabuslara sarılmıştı benim için. Ne ninnilere uyanmıştı gönlüm.

Sonra o elleri vardı öpmeye koklamaya doyamadığım, Allah seni başımdan eksik etmesin dedirten. Böyle ata erkil söylemlere hep kızan ben, artık en çok bu cümleyi geçiriyordum içimden. Nasıl anlatılır bu duygu bilmiyorum ama elleri bana ölümlülerden çok uzakta hissettiriyordu. Hep benimdi; en az sahip olduğum, en çok özlediğim parçamdı. Avuçlarıma oturup öylesine yakardı ki... Bir şey eksik hep, bir türlü tamamlayamadım.

Ben hiç yaşamamış olmanın korkusuyla, acı içinde inleyerek yeniden hayata dönmüşken şimdi o bir ölü kadar katı ördüğü duvarın arkasında. Hatta kör, hatta sağır, hatta dilsiz. Geri dönsün diye verdiğim hiçbir nefes ona can olamadı. Bu hale ben getirdim, ben bitirdim ama ben de bitmiştim. Artık yaptığı tek şey göz yaşımla sel olmak sakladığı eski bakışlarını içinden kaçırdığında. Sadece dua edebiliyorum çaresizce ya acımı al içimden ya da bir işaret ver yaşamaya dair diye. Sonrası o an camdan ses veren o güvercine sarılışımdan ibaret.


29 Nisan 2012 Pazar

Kritiğe Kritik: Aşkın Metalaştırılması



İnsan düşünen, metamorfozundan payını aldığı kadarıyla -alabildiyse- 'düşüne-bilen' bir varlıktır. Peki ne düşünür ki bu insan kendi oluşumunun yalnızca minicik yüzdelik dilimlerini kullanarak? Biri bir şey mi dedi? Hıı, nee?? Aşk?!



Elle tutulur, işin uzmanlarınca mıncıklanır, en karmaşık organ olan beyne sahipseniz, her konuda olur olmaz konuşma hakkına da sahipsinizdir. Gelin görün ki ağzınızdan çıkan şey'ler az çok sahip olduğunuz düşünsel ziynetin kıymetini bilip bilmediğinizi ortaya döker. Varlığımızın ilk gününden beri üzerine kafa yorulmuş, farklı açılardan kitaplaştırılmış hazır nutukları seçmeniz -ki bu aşk oluyor- bu yüzdendir. Bu konu sizi ele vermez, bilhassa takdir edilirsiniz uyuşturulmuş beyinlerce.


Aşkın tanımını yapmıyorum henüz, yazarın tanımı da değil anlattıklarım maalesef: Yazan'ın tanımı.

Aşk, hakkında konuşulması kolay konudur: Karşınızdaki kişi, görüşünüze katılmasa bile aşk sonsuz boyutlu bir prizma olduğundan, sizinkinin de yalnız bir boyut olduğunu kabul edip "Vay anasını, adam konuştu abi yaa!" der. Böylelikle, şanınız alır yürür zaten. Fikirleriniz bir yandan yayılırken, savrulduğu laf aralarında adınız silinir altından. Derken kırıla kırıla oluşan yeni açılar, salına salına yeni boyutlar oluşturur. Sizin boyutun esamesi okunmaz, prizmadaki yeri ve varsa katkısı görülmez olur.


Prizma örneği, benim kendi krallığımı ilan ettiğim kendi boyutumdur. İşte bu boyut, aşk tanımını yaptığım noktadır. Ben yazar değil yazanım bu konu altında zaten, ben de hali hazırda kitaplaştırılmış olan olguyu seçtim. Ve yazım da üç vakte kadar prizmada görünmez olacak.

Evet, aşk hakkında konuşur-yazarım ama Aşk'ı bilmem. Anlattığım üç basit cümleyi allayıp pullar, azıcık da ısıtarak servis ederim. Siz de yersiniz.

14 Ağustos 2011 Pazar

Ve bitişin başlangıcı..

Müfettiş Gadget ve Mcgyver'ın koruyamadığı soğuk fanustan kaçışım zordu. Arada sırada başka erkeklere giderdim, terk ederdim temsili kısmen mabet olan yeri..

Önce elim suya dokunmaz olurdu giydiğim günahın cazibesiyle. -Aslında bu unutuşun kendisiydi-. Sonra suyu özlerdim mürekkebe boyanmak için mabedimde.. Evimden ayrı yanardım ben fanusum çalınınca. Yine dönerdim..

Bir kısır döngüydü bu 3 seneden alışılagelen. Az değil, kırk küsür nehir suyuydu biriktirdiğim.

Söndürün şu nehirleri! 
Elbet sönecekti..
Ben emrettim.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Tanrı



..beni yaratırken kararsızdı:

Kadın olmaktan fazlasını çalmıştım topraktan. Analığı, anaçlığı bendim. 

Kanatlarını çalmıştım; ondan daha özgürdüm, kıvrım kıvrım zerre zerre, hare hare uçabiliyordum.

Sinsi ve bencildim belki. Ama bu da ondan çalınmış bir huydu. Güya koruyordu bağrındakileri. Hiç mi kendine saklamak istemedi? Bunları düşünmeseydi bende can bulamazlardı.. Yine de sevgisinden yapıyordu bütün bunları. Salt seviyordu.. Bunu da çaldım!

Tanrı bana kendi nurunu üflerse tastamam cana gelecektim, bir o eksikti. Tanrı beni yaratırken kararsızdı:
 
Acıdan fazlasını çalmıştım şeytandan. Ateşi çaldım! Aklı çaldım!

Şeytanın son sevgi zerresini çaldım, sevgiyi yakabilirdim!

Sevgimden kendimi yakabilirdim! 

Her şeyin bilincindeydim! Alacağım kararların sonuçlarını görebildiğimden seçim yapamıyordum. Tanrı gibi! 

Toprağa karşılık şeytan

Sevgiye karşılık ateş olabilirdim..

Sonunda ne yanan toprak olurdu ne de sevilen şeytan.

Ben yanardım, o sevilirdi..

Toprağın kalbiyle şeytanın ateşine sığındım, aralarında sıkıştım..

Kaldığım yerde bunları bildiğimden kararı Tanrıya bıraktım..

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Okuyorsun madem.

Hakkını verelim o halde.
Dünü de kapsayan ve bugünden önceki hayatıma ait olan her şeyi tutam tutam, satır satır parçaladım.
Haberin olsun ;)

3 Haziran 2011 Cuma

İNSANLIK TARİHİ

Tanrı önce kadını yarattı.Yaşadıkları yere de "cennet" adını verdi. Ve sonra kadını tamamlasın, bir bütün olsunlar diye erkeği yarattı. Kadının naifliğine karşı güçlü, kırılganlığına karşı sert, güzelliğine karşı yakışıklı... Zamanla erkek güçlü yapısıyla Tanrı'nın daha çok gözüne girdi. Öyleki, Tanrı kadının erkeğe itaat etmesini istedi. Her koşulda Tanrı'nın gözdesi olmaya alışkın olan kadın Tanrı'sına asi oldu ve itaat etmedi. Cezası Tanrı katından kovulmak oldu. Tanrısından uzaklaştırılmasına neden olarak gördüğü erkeğe öyle büyük bir kin beslediki onu da mutlaka Tanrıdan uzaklaştırmalıydı. Usulca erkeğe kendini sevdirdi, aşık etti. Erkek aşkından Tanrıya yalvarıp kadını yeniden cennete aldırdı. Yeniden cennete giren kadın intikam için fırsat kollamaya başladı. Ve o fırsat sonunda ayağına kadar geldi. O gün Tanrı kadın ve erkeği yalnız bıraktı ve giderkende yasak elmadan uzak durmasını tembihledi erkeğe. Erkek çok sadıktı Tanrısına ve asla sözünden çıkmazdı. Elma yasaksa yasaktı ve asla dokunmazdı. Ama kadına da çok aşıktı. Kadın da Tanrısına aşıktı ve yeniden onun gözdesi olmasına engel olan erkeği aradan çıkarmak için erkeğin aşkını, kendi dişiliğini ve zekasını kullanarak yasak elmayı erkeğe yedirdi. Tam o anda gelen Tanrı, erkeğin sözünü dinlemeyip kadının aşkına kapıldığını görünce onu katından kovdu. Sonunda yeniden Tanrının gözdesi olmuştu kadın. Ama zamanla büyük bir boşluk, eksiklik hissetmeye başladı. Her geçen gün daha da mutsuzlaştı ve farkında olmadan erkeği özlediğini, yeniden onunla olmak istediğini fark etti. Aşık olmuştu erkeğe. Artık cennet erkek olmadan cennet değildi onun için. Bir gün dayanamayarak Tanrı'ya gitti ve Tanrı'dan erkeği affedip yeniden cennete almasını istedi. Tanrı kabul etmedi. Günler günleri kovaladı ve kadının mutsuzluğu tüm cenneti kapladı. Kadının haline üzülen Tanrı onu çağırıp erkeğin cennete tekrar girebileceğini ancak türlü şekillerde erkeği deneyerek cennete yeniden girmeye layık olup olmadığını anlaması için kadının erkeğin yanına gitmesini istedi. Cennetten bir süreliğine ayrı kalacağına üzülsede yeniden erkeğin yanında olacağı için mutlu bir şekilde erkeğine koştu.Erkeğin cennete girmesi kadına bağlıydıya ve erkeğe olan aşkı yüzünden geçici de olsa cennetten uzak kalmıştıya erkeğin sınavı oldukça zor olacaktı ve bu sınav binlerce yıl sürecek kadar uzun olacaktı.Ömrü yetmeyen kadın görevi bir diğerine devredecek ve erkeklerin sınavı kıyamete kadar devam edecekti.Günümüze kadar sınava tabi tutulan erkeklerin bir çoğu sınavı geçip geçmediğini göremeden sınav salonunu terk etti, bir kısmı sınavdan çakarak salondan çıktı. Sınavı geçenler mi? Onlardan bazısı Ferhat bazısı Mecnun bazısı Yusuf adını alıp tarihe geçtiler.Sınav hala sürüyor ve ömrü yetmeyenler, çakanlar hala var elbet ancak sınavı geçip adını tarihe yazdıranlar ise çok nadir olarak görülmektedir.
(..Alıntıdır..)